Geçen haftanın en “tatlış” Twitter konularından biri “Anayasal Monarşi ve Türkiye” başlığı altında toplanabilecek tweetlerden oluşuyordu. 2000’lerin ilk 10-15 yılında pek sevilen bu tartışmayı benim takip edebildiğim kadarıyla taze bir konu olarak gündeme taşıyan Çetin Kaya Koç’un şu tweet’i oldu:
“Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın görev süresinin bitiminden önce Anayasanın değişmesinin; Türkiye’nin constitutional monarchy sistemine geçmesinin; ve Erdoğan’ın Head of State olarak atanmasının Devletimiz ve Milletimizin bekası için çok doğru bir seçim olacağına inanıyorum.”
Şimdi bu kısa metnin analizini yapmaya yeltenirsek şunları çıkarabiliriz:
Türkiye’nin, İngilizce’de “constitutional monarchy” olarak kavramlaştırılan “anayasal monarşi”ye geçmesi iyi olur. Zamanlama açısından bu geçişin mevcut Cumhurbaşkanımızın görev süresinin bitiminden önce yapılması gerekir. Bu süreçte İngilizcede “Head of State” olarak adlandırılabilecek Türkçede ise birebir çevirisi olan “Devlet Başkanı” olarak değil de “hükümdar”, “padişah” ya da “kral” olarak bildiğimiz makamın tesis edilmesi söz konusu olacaktır. Bu “Head of State” makamına uygun olan kişi, (yerel seçim sürecinde kendisi tarafından da teyit edilen karizması ile, GS) diğer seçeneklerin içinde Erdoğan’dır. Bütün bu süreç tamamlandığında devletimizin ve milletimizin bekası açısından Erdoğan’ın bu makama yetkili merciler tarafından atanması ile çok olumlu bir adım atılmış olacaktır.
Burada iki husus dikkatli gözlerden kaçmazken, özellikle birincisi benim kafamda cevaplanması gereken bir soru oluşturmaktadır:
Bir… Erdoğan zaten halihazırda “Head of State” olduğuna göre, anayasal monarşi ile birlikte yetkilerinin kısıtlanması hedeflenmekte olabilir. Çünkü bu sistemde, Türkiye’deki mevcut Cumhurbaşkanlığı Sistemi ile karşılaştırıldığında “Head of State”in yetkileri neredeyse ortadan kaldırılmakta ve görev sembolik hale dönüştürülmek istenmektedir. Yani ön görülen sisteme geçilmesi durumunda, Erdoğan’dan sadece törenlerde boy göstermesi, keskin bir tarafsızlık içinde devleti bir imaj olarak temsil etmesi, Hükümetten zaman zaman bilgi almakla yetinmesi, yabancı diplomatlarla nezaket görüşmeleri yapması vs beklenecektir. Cumhurbaşkanlığı Sistemi ile kazanılan hız feda edilmek isteniyor olabilir mi?
İkinci husus ise, Allah gecinden versin, Erdoğan’ın vefatı durumunda karşımıza çıkmaktadır. Monarşinin her seferinde seçimle devam edemeyeceği, ederse adının monarşi değil de başkanlık sistemi gibi bir şey olacağı ve kalıtımsal olması gerektiği göz önüne alınırsa, Erdoğan’ın olağan halefleri, net detayları bu verimli tartışmaların sonucunda ortaya çıkacak olmakla birlikte, şu isimlerden ve değişik senaryolarda bu isimlerin çocuklarından oluşacaktır: Ahmet Burak Erdoğan (d. 1979), Necmeddin Bilal Erdoğan (d. 1981), Esra Erdoğan Albayrak (d. 1983), Sümeyye Erdoğan Bayraktar (d. 1985). Görüldüğü gibi, klasik monarşi kurallarına göre, bu makama en yakın aday Ahmet Burak Erdoğan olacaktır. Bu da eski adıyla Cumhuriyetimizin ikinci yüzyılı, geçilmesi durumunda değişen adıyla Anayasal Monarşimizin ilk yüzyılında önemli bir unsur olarak karşımıza çıkacaktır.
Çetin Kaya Koç kısaca, Erdoğan’ın yetkileri ortadan kaldırılıp görevi sembolik hale getirilsin, ölümüne kadar “Head of State” olsun ve kendisinden sonra ailesinden sırası gelen başa geçsin demektedir, yanlış anlamıyorsak.
Bu tweet üzerine Atilla Yayla da sessiz kalmamayı tercih etti ve harfiyen şu cevabı yazdı:
“Turkiye’njn anayasal monarşiye geçmesi gerektiği konusunda hemfikirim. Ancak, Erdoğan’ın monark olarak tayin edilmesinin yanlış olduğunu düşünüyorum.”
Bu tweet’te ilk tweet’ten farklı olan iki husus bulunuyor:
Birincisi; terimler ödünçleme sözcüklerle de olsa Türkçeleştirilirken, “Head of State” yerine “monark” unvanı tercih edilmiş. İkincisi yeni sistemde Erdoğan’ın monark olarak tayin edilmesinin uygun olmadığı ifade edilmiş.
Yani, bahsi geçen siyasi düşünürler anayasal monarşi sistemine geçilmesinde uzlaşırken, “Head of State” ya da monark adayı konusunda ayrı düşmektedir.
Her iki tweet’in altında ya da yapılan alıntılarla her iki kullanıcıya da (diğer soruların yanı sıra) bu köklü sistem değişikliğinin ne gibi faydaları olacağı sorulmuş.
Çetin Kaya Koç “Kısa bir süre içinde kendimizi ciddi bir savaş içinde bulacağız, o yüzden” diye cevaplamış. Tam olarak anlaşılamasa bile kendince bir nedeni var. Ama “kısa bir süre”de nasıl “constitutional monarchy”ye geçilecek, ayrıca ciddi savaş halinde yetkileri kısıtlanmış bir “Head of State” nasıl bir fayda sağlayacak onu anlamakta zorlanıyoruz. Muhtemelen bizim kıt anlayışımızdan kaynaklanan bir zorlanma…
Atilla Yayla ise ser vermiş sır vermemiş, bunun ne gibi faydalarının olacağı sorularını “özgürce tartışılmalı” gibi ifadelerle cevaplamış. Bu cevaplardan kendisinin bu görüşte olmasının altında yatan sebepleri bulup çıkarmamız mümkün değil, takdir edersiniz. Belli ki Atilla Yayla, bu aşamada susup kenara çekilerek bizi hiçbir etki altında kalmadan özgürce düşünmeye ve tartışmaya teşvik ediyor!
Yani önce, biz kendi aramızda, anayasal monarşinin iyi olup olmayacağını tartışalım, hatta adına “monark” diyeceğimiz saltanat ailesinin hangisi olması gerektiği hakkında atıp tutalım, tartışmalar sonucunda çıkan görüşleri belli bir olgunluğa getirelim. Buraya kadar başarılı bir sınav verirsek, o zaman belki bize ne demek istediği hakkında bazı ipuçları verebilir.
Gerçi Atilla Yayla, 21 Eylül 2022 tarihli “Anayasal monarşi mi cumhuriyet mi?” yazısında biraz daha detaylı olarak konuya değinmişti. (Anayasal monarşi mi cumhuriyet mi? | Türkiye Gazetesi (turkiyegazetesi.com.tr)) Biz de, bir ümit, bir nebze daha aydınlanabilmek için bu yazıya başvuruyoruz.
Yazının sorusu şu: “Anayasal monarşi mi yoksa cumhuriyet mi demokrasi ile daha iyi uyuşmakta?”
Atilla Yayla eski de olsa önemli bir saptama ile konuya giriyor: “… demokrasinin zorunlu olarak anayasal monarşi veya cumhuriyet rejimi gerektirmediğini söyleyebiliriz. Her ülkenin sosyolojisine ve tarihine bağlı olarak bir sistem ortaya çıkıyor. Demokrasi, bunların yanında diğer bazı faktörlerin de tesiriyle doğuyor ve yaşamaya çalışıyor.”
“…Dünyadaki hemen hemen tüm anayasal monarşiler demokratik iken, cumhuriyetlerden bazılarının demokratik bazılarının ise anti demokratik özellikler sergilediği ortaya çıkıyor.”
Yazarımız burada dar ve geniş anlamda cumhuriyet ayrımını yapıyor: “Dar anlamda cumhuriyet genellikle egemenliğe tam olarak sahip bir hanedanın -yani mutlak monarşinin- devrilmesi veya yıkılması sonucu ortaya çıkıyor… Ancak, halkın egemenliğe nasıl sahip olduğuna ve onu nasıl kullanacağına ilişkin düzenlemeler yapılmadığı… için dar anlamda cumhuriyette egemenliğin halka ait olması sadece sözde kalıyor.”
Devamında yine anayasal monarşinin dar anlamda olmayan cumhuriyete üstün olması hakkında bir fikrimiz olur belki diye, sıkı takipteyiz:
“Cumhuriyet fikri ve tatbikatı açısından daha kötü durumlar da var. Bazen, cumhuriyet içinde bir tür hanedanın kurulması söz konusu olabiliyor. Suriye, Kuzey Kore ve Küba buna örnek olarak verilebilir… Bir diğer mesele, cumhuriyet fikrinin özünde totaliter çağrışımlar yapmaya elverişli nüveler barındırmasından kaynaklanıyor. Bir ‘erdem ve fazilet rejimi’ olduğu söylenen cumhuriyet rejimi, her ne iseler o olarak değil idealize edilmiş veya şekillendirilmesi gereken varlıklar olarak insan nosyonuna dayanıyor. Bu da onun adına topluma totaliter müdahalelerde bulunulmasına zemin hazırlıyor.”
Buraya kadar ülkemizde geçerli olan Cumhurbaşkanlığı Sistemi ile bir bağlantı kurmak, sizi bilmem ama bana mümkün görünmüyor! İlerleyen satırlarda da ülkemizde geniş anlamda cumhuriyet olduğuna dair kuvvetli emarelerle karşılaşıyoruz:
“Bütün bu dar anlamda cumhuriyetlerde ortak olan nokta çoğulcu ve yarışmacı seçimlerin bulunmaması. Seçimli olmayan bir cumhuriyetin anti demokratik olacağına neredeyse kesin gözüyle bakılabilir. Geniş anlamda, yani seçimli cumhuriyetin ise demokrasi ile bağdaşması daha kolaydır, hatta birçok durumda geniş anlamda cumhuriyet demokrasi ile özdeştir…”
Burada hep birlikte derin bir nefes alarak rahatlıyoruz, çünkü ülkemizde adil ve özgür seçimlerin olduğunu bildiğimiz için geniş anlamda cumhuriyetin olduğu hiçbir şüpheye yer bırakmaksızın izah ve tespit edilmiş oluyor. Son cümleye bu rahatlıkla başlıyoruz, ama yine kısa da olsa bir şüphe dalgasına kapılırken, direkten dönüp, konunun yine bizimle bağlantısının olmadığını görüyoruz.
“Bütün bunlara dayanarak, anayasal monarşilerin demokrasi ile özellikle dar anlamda cumhuriyete nispetle daha kolay ve daha iyi uyuştuğu sanırım söylenebilir.”
Konunun karmaşıklığı Atilla Yayla’nın durumu izah etme konusundaki heyecanı ile birleşince, zaman zaman biz de tökezliyoruz. Ama sonu iyi bitiyor: Ülkemizde geniş anlamda cumhuriyet olduğu her halinden belli iken, anayasal monarşiye geçmemize ihtiyaç yoktur, burası kesin, ama bize sebep mebep sormayın, hatta hiçbir sebep yoksa bile mutlaka bir sebep vardır, acaba geçsek mi?
Biz anayasal monarşi için Atilla Hocamızın yazısından ipuçları ve güzel sebepler arayadururken, anayasal monarşilerden Birleşik Krallık’ta ise başka bir konuda ipucu aramaları tam gaz devam ediyor: Prenses Kate Middleton birçok kaynağa göre tam 25 Aralık 2023’ten beri kayıp.
Rivayet muhtelif: Aldatılma dolayısıyla ağır depresyon, estetik operasyon dolayısıyla yataktan kalkamama, anoreksiya hastalığından dolayı aşırı zayıflama gibi türlü sebeplerle Kate’in ortalığa çıkamadığı söyleniyor. Hatta, Allah gecinden versin ama öldüğünü iddia edenler bile var. Kate, rahmetli kayınvalidesi Diana’nın hepimizi üzen kaderine mahkum olmasın diye dua ediyoruz.
Bunun üzerine anayasal monarşi tartışmaları gelince, kendimizi düşünmekten alıkoyamıyoruz: Peki ülkemizde ve kendine özgü Cumhurbaşkanlığı Sisteminde yaşananların pek çok alanda Anayasal Monarşilerden geride kaldığını iddia edebilir miyiz?
Bence hayır. Eski bakan ve eskimeyen damat Berat Albayrak, en az bir Kate Middleton kadar gizemli bir kayboluş serüveni yaşatmadı mı bize? Ya da daha yapısal bir yerden bakalım. Bizim sarayımızın Kral II. Charles’ın sarayından altta kaldığını söylemek mümkün mü? Psikolojik üstünlük açısından değerlendirelim: İtibardan tasarruf yapmama konusunda da kıyaslamalı bir üstünlüğümüz yok mu?
Dahası… Karizma dersek karizma, “her ne ise o olmak” dersek o da var, adil ve eşit şartlarda seçim konusu zaten cepte…
İngilizler “God save the queen”den “God save the king”e geçerken zorlanmışlar. Bu konuyu da kolaylıkla aşmak için, her iki sistemde de kullanılabilecek bir sloganı, Çetin Hocamızın izniyle öneriyorum: Allah “Head of State”i korusun!!!